GERİ

        Dalyana Hayran

Dayan ha hayran gönlüm dayan
Varamanın sonunda
Umduğundan da ala
Gözbebeğinden ışık salana
Hadi ama baksana

Şimdi içini birlikte dolduracağımız bir çerçeve düşleyin:

Laciverdimsi yağlı bir yeşille, sürgün yeşilini içiçe serpiştirerek yuvarlakça kümeler yaratın. Bu kontrast yeşil kümeler, öne ve yana doğru yineleye yineleye, simetrinin dingin örüntüsünü oluştursunlar. Bu çift yeşil kümelerin her birinin içine turuncu minik toplar fırlatın. Ama turuncuyu abartmayın. Topları abartmaksa serbest. Turuncu olanlardan başka, bol bol ham yeşil toplar da, yeni sararanlar da olsun ve hatta tek tük yakıcı güneş rengine dönüşenler de olsun.

Sonra bu çerçevenin ufkuna, romantik bir paletten fırlamış gibi, gece mavisinden gri maviye doğru dalga dalga açılan dağ silsileleri ekleyin.

Sakın bu kadarla yetinmeyin.

Köpük beyazından yağmur kıvamına, tiftik tiftikten topak topağa değişen bir yelpazede, bir çok delişmen kümeyi de tablonun yukarılarına koyun.

Yetmesin.

En koyu yağmur karası kümelerinin arasında kalan boşluğa, bolca şeftali pembesi ile azıcık nehir yeşili bulaştırın.

Bakın bakalım nasıl oldu?

Bu renk ahenk çerçevenin tatmini eksik kaldıysa ki, eksiktir elbet, kokusundandır. Bildiğiniz bütün güzel kokuları boca edin. (Siz yoksa “koku” adlı romanı okumadınız mı? Eğer öyleyse acele edin. Bitirince neden acele edin dediğimi bileceksiniz.)

Tablomuza geri dönelim. Demin koku eklemiştik ya, şimdi de ses ekleyelim. Kuş sesleri, rüzgarın incecik hışırtısı falan gibi olağan olanlarını değil, sessizliğin huzur sesini ekleyelim. Sonra, en temel şeyi unuttuğumuzu fark edelim:

Öndeki portakal bahçeleri ile arkadaki dağ sıralarının arasına, yağdı yağacak akşam gökyüzünün tabanına, çıpraşan deniz kıvamındaki “gölümüzü” yerleştirelim.

Evet, artık biraz olur gibi oldu:

Şimdi Köyceğiz gölüne bakıyoruz, birlikte.

Bu durağan çerçeve, kesmeyecek elbette sizi. Kıyıya yürüyüp, önde kumsal ardında tekneler ile renklenen başka çerçeveleri görmek isteyeceksiniz. “Ölemez” dağına çıkıp, göle su taşıyan nehrin çevresindeki bitek tarlaların geometrik desenlerini falan da görmek isteyeceksiniz.

Başladınız mı duramazsınız artık. Hele gölün güney çıkışını görmeye doyamayacaksınız. O göl ki, tebdili kıyafet ile nehre dönüşür. Durgunluktan akışkanlığa geçip kurum kurum kanallaşıp denize ulaşırken, yarılıp yarılıp çoğalarak, dağılıp dağılıp artarak, kocaman bir deltaya dönüşür. O delta ki, benim bildiğim, dünyanın en güzel deltasıdır. O delta ki, orada, yoğun sazlıklarının arasında, gecenin en koyusunda, çırpıntısız küreklerle sandal sefası yapmayan adem, ben de bu dünyada yaşadım, dememelidir.

Elbete gece ile yetinmemeli, gündüzünde de, koruma faktörü en yüksek kremi boca ettiğiniz bedeninizi, bir balıkçı teknesinin gövdesine serip, bu kanallarda dolanırken, bakışınızı bir gökyüzüne çevirmelisiniz, bir krallarının taş mezarlarına. Aniden ve sıkça, sazlıklardan fırlayan ördek tüylerinin fizik kurallarını hiçe saymasına, gelip geçene nar ağaçlarının bereket suyunu bedavaya sunan köylülere, köyden örene ziyaretçi taşıyan yeni yetme kürekçi kıza, hepsi örgütlü balıkçı teknelerinin sıra sıra dizili renk renk cümbüşüne Çinli’lerin ekledikleri minik solar lambalara, pis çamura bulanarak sağlık ve gençlik bulacağına inanan bin bir milleten kadın ve adama. Şaşkın meftun, devam etmelisiniz bakınmaya.

Geze dolana ulaştınız mı en sonunda İstuzu palajına? Plajın gerisindeki dingin lagünün (sezon dışı olmak şartıyla) meltemin okşayışı ile sıvazlanmış kum denizinde izinizi bırakın istediğiniz şekilde.

Sakın ola pelte gibi şiltenize serilmeyin: Lagünde yüzün. Dönün denizde yüzün. Uuuuupuzun kıyı boyunca koşun. Kumsalın kuyruğundaki tepenin, doruğuna tırmanmayı gerektiren çağrısına uyun. Kozalaklarla ve dahi bilmediğiniz bir dolu başka tohumla tekrar aşağı inin.

İsterseniz yaramazlıklar da yapın. Gönüllü bir fotoğrafçı bulup, mademki dünyanın en güzel yerindeyim, öyleyse ben de en güzelim, edasıyla, giden günün uzattığı gölgelerle birlikte bol bol fotoğrafınızı çektirin. İsterseniz daha başka genç dileklere yol verin. Sakın ha durmayın. Ne ederseniz edin, bilin ki keyiflenecek, sonra daha da keyiflenecek, en sonunda dört köşe olacaksınız.

Ne diyeyim, bilmem daha nasıl diyeyim.Hala gitmedinizse bir an önce yola düşün. Ne kadar erken gitseniz geç olacak, iyi bilin.

Eylül 2009

   

GEZGİN’E NOT:

Dalyan, tarih ve coğrafyasının içerdiği olağanüstü zenginliğin sonucu olarak, oldukça turistik. Ancak turistik diğer ege ve akdeniz köylerinin tersine pahalı değil. Pis değil, hatta gürültülü bile değil.
Sezonu Nisan’da açıp Kasım’a kadar sürdürüyorlar. Kışları kendisiyle başbaşa kalan Dalyan yazın da harika olmalı ama benim önerim baharlar.
Dalyan’da 5 yıldızlı lüks oteller yok. Kanal boyu yerleşmiş bungalovları ve villaları, köyün merkezindeki motel ve pansiyonları ile konaklama da beklentinizi karşılayacak düzeyde. Kaunos kenti kalıntılarını dolanan yolun yanı sıra, kanal boyu yürüyüş parkuru da olağanüstü. Gittiğinize pişman olmayacaksınız.
Geceleri belediye çay bahçesinde, ışıklandırılmış kaya mezarlarına karşı içilen çayın deminden de, kanala sıfır meyhanelerinin deminden de nasibinizi almadan dönmeyin.
Köyceğize uğramayı, göl kıyısında oturup çayınızı içerken bir yandan da arkanızdaki parktaki sedir ağaçlarını görmeyi, gölün çevresini arabayla dolanıp başka köylerini yollarını keşfetmeyi ve Ölemez dağına çıkıp, gölü ve nehri tepeden izlemeyi aman ha ihmal etmeyin.

GERİ