GERİ

        Emsal Kalfa'nın Olmayan Tekerlekli Sandalyesi

19’lu yılların ilk yarısı sonlarına doğru yaklaşırken, Hamdibey sokağının sonunda bir köşk varmış. Köşkün sahibi Fuat Paşanın tek kızı hem akça pakça hem de pek maharetliymiş. Bu küçük hanım, yani Şefika hanım, sülalesi onlara denk olmayan bir adamla evlenivermiş. O günlerin işbilir hükümetiyle iş yapan kocası da pek maharetli çıkmış. Kıtlık-yasak günlerinde, sokağın ilk apartımanı o dikmiş. Fuat paşa köşkünün, kayınpederinin bahçesine.

Benim demelerim hep kulaktan dolma. Aslını bilecek yaşta değilim. Söylediklerim anlatılanlardan kulağıma çalınanlardan ibarettir, yalanı yanlışı bol olsa gerektir.

Benim gayet iyi bildiğimse, Emsal kalfanın yerlerde süründüğüdür. Artık on dokuzlu yılların ikinci yarısı hüküm sürmekteydi. Kızıltoprak tren istasyonunun üst taraflarına düşen o güzelim sokaktaki diğer köşkleri gördümse de Şefika hanımın büyüdüğü köşk, Fuat Paşanın köşkü çoktan yok olmuştu. Biz yarı kagir bu apartmanın giriş katını kiraladığımızda, Fuat Paşa, adı hiç geçmeyen eşi, başka akrabaları falan, kızı ve Emsal kalfa dışında hiçbir kimse yoktu. Damat bey de yoktu. Ölmüş derlerdi ama nasıl, ne zaman ölmüş diye hiç mevzu-bahis etmezlerdi. Ev sahibemiz olan Şefika hanımın da ağzı pek sıkıydı. İşarat parmağı ile dudaklarını böldümüydü, sus pus olunurdu. Sırlar çok olunca fısıltılar da çok olurdu.

Dedikoduları bir yana bırakalım da, ben biraz dedikodu yapayım.

Emsal kalfa Şefika hanımın emektarıymış. Benim eriştiğim dönemde emekli bir emekçiydi. Ama o dönemin emekçilerinin ortak kaderi ile yazgılıydı. Ne emekli maaşı vardı, ne de bugünkülere benzeyen bir başka güvencesi. Emsal kalfa yürüyemiyordu. Ayağa da dikilemiyordu. Sadece oturabiliyordu. Bizim oturduğumuz apartmanın üçüncü, yani en üst katında, Şefika hanımın ayaklarının dibinde sürünüyordu. Su isterdi küçük hanım ( o hep küçük hanım derdi hem yaşı hem gövdesi kocaman Şefika hanıma), musluğa nasıl erişir bardağa koymayı nasıl becerirdi bilmem, suyunu getirirdi, sürünerek. Soluk dalgalı pembemsi ve kremimsi çapraz üçgenlerin ucuca çapraz kareler oluşturduğu taş döşemeleri silerdi her gün, sürünerek. Oturan bedenini bir elinin gücü ile yerde kaydırır, diğer eli iş işlerdi. Kendi istiyor da yapıyor, derdi küçük hanım. Aile yadigarıdır diye tutuyorum, derdi. Tutmasa ne yapacak, nereye yollayacaktı? Hem kalfayı sokağa atsa, evde tek başına kalmış olmayacak mıydı? Huysuza çıkmış adı ile, pek tutamadığı dili ile, evi gibi çevresi de bomboş yaşamıyor muydu? İki oğlu ve dört torunu varken, gelinin birini boşatmış diğerini boşatamayınca evden atmamış mıydı? Küsen oğullarını ve de torunlarını göremiyor, bu yüzden camdan sarkıttığı sepetle elma sunup kiracıların çocuklarını tavlamaya çalışmıyor muydu? Yine de aman ha yılışmasınlar diye, onlara bile suratını gevşetmemeye çalışmıyor muydu? Şu cıvıldak dünyada yapayanlız, ıpıssız yaşamıyor muydu? Vicdanı mı yoksa çıkarı mı baskındı, ayakları felçli Emsal kalfayı evinde barındırmasında? Bilemem. Bildiğim Emsal kalfanın başka bir şansı olmadığıydı. Gidecek bir yeri olsa gitmez miydi? Hiç değilse bir tekerlekli sandalyesi olsa da, o sobalı günlerin ayazında çıplak taşlarda sürünmeseydi. Küçük hanımın para derdi yoktu. İşini yapacak gündüzcüleri, Halime hanımları da vardı. Emsal hanımınsa ne ağzı vardı ne de dili. Hiçbir şey anlatmazdı. Kimdir, nedir, niyedir hiç bilemedim, bilenini de işitmedim.

Bugün dünya emekçi kadınlar günü. Hikayenin gelişinden etkilenerek söyleyeyim: Amele kadınlar günü.. Kadın ameleler gündeminde kendi geçmişimde geziniyorum.

Ben çocukken evimize temizlikçi kadınlar gelmezdi. O dönemde zenginlerin evlerinde daimi hizmetçiler olurmuş duymuştum ama görmemiştim. Cibali tütün fabrikasında falan kadınlar da çalışırmış ama ben onları da bilmezdim. O günlerde daha kurulmadığından, tekstil atölyeleri çocuk kadınları sömürmezdi. Avrupa yakasının emekçilerinin yaşadığı Gültepe’i görmüştüm ama içinden değil dışından. Anadolu yakası yoksullarının yaşadığı Fikirtepe’yi sadece aradan geçen Kayışdağı caddesi bizim mahalleden ayırırdı ama ben bu caddenin karşısındaki yaşamı da hiç bilmezdim. Anlayacağınız ailecek ne yoksul ne de zengin muhitine dahil olmadığımızdan, çocukluğumda emek/emekçi konusuyla yüzleşmemiştim. Emsal kalfa, benim varlığını algıladığım ilk emekçi kadındı. Amele kadını ben ilk onda bildim.

Kadınlar günündeyiz diye aklıma böyle üşüştü işte kadın öykülerim. Sevgililer günü sevgi gününe, anneler günü öğretmenlere hediye verme gününe falan nasıl dönüştürüldüyse, emekçi kadın günü de kadınlar gününe dönüştürüldü ya, ömrü boyunca hiçbir zaman emekçi olmamış diğer kadının, Şefika hanımın aklıma düşmesini de mazur görün.

Kadınlar konusundaki akıl gezintim, emekçiler ve yaşam boyu emeksiz geçinip gidebilenlerle başladı, ben ve benim gibi ikisi arasında sıkışıp kalanlarla sürdü. Yaşamının her aşaması emekle yoğrulu olan ama asla emekçi denemeyecek olanlara, yani ben ve benim gibilere gelince takıldım kaldım. Ne emekçi denebilir bize ne de emekçi değil dedim diye, benim gibilere haksızlık yaptığımı düşünen benim gibilere, kendimden başlayan küçük bir açıklama yapmalıyım. Benleri biz diye genelleyip, şanslarının ve de konumlarının ayırdına varmalarını umarım:

Okumam yazmam var; dünyada yaşayan kadınların büyük çoğunluğunun yokken.
...
İşim ve kendi gelirim var; kadınların büyük çoğunluğu bir başkasının avucuna bakarken.
...
Bir erkeğin kölesi olmadım hiçbir zaman: kadınlarının çoğu, atasının, babasının, kocasının kayın sürekasının, yetmediyse kendi doğurduğunun zaptı raptı altındayken.
...
Özgür ve sağlıklıyım; bazıları parmaklıkların ardında, bazıları hastane yatağındayken.
...

Bu üç noktalı yerlere yazılacak daha neler neler var.

Bir de benim gibi olup, özetle “sağ salim ve de özgür” olup, sahip olduklarının kıymetini bilemeyenler var. Vara yoğa dırlanan bu kadınlara okkalı bir selam, hem benden, hem Emsal kalfadan, hem de bugün evimin balkonundan seslerini dinlediğim Kadıköy mitinginde avazlanan kadınlardan.

Emekçi kadınlar gününde, sömüren ve sömürülen ikileminin ortasında kalakalmışlığımın karmaşasında, edinilebilecek bütün kadın haklarını edindiğimin bilinci ile, bu hiç emekçi olmamış ama hep ve herşeyi emeğiyle edinmiş kadından, bütün kadınlara (bu kez yürekten) bin selam.

8 Mart 2009

GERİ