GERİ

Göçtüm, geçti

Bazılarının yaşamını kendi ailemin yaşamından daha iyi bildiğim yüzlerce MS’li hastam var. Bu sayede oluşan kocaman deneyime bir de benim gibi MS ile ilgilenen diğer meslektaşlarımın anlattıkları ve yazdıklarından edindiğim bilgiyi ekleyin de şimdi söyleyeceğimi öyle değerlendirin: MS hastalığı çok gariptir; hangi bedende ne zaman nasıl davranacağını üç aşağı beş yukarı tahmin edebilirsiniz ama çoğunlukla sizi yanıltır.

Bu yazının konusu kapsamında bazı hastalardan dinlediğim ama ne anlama geldiğini bu güne kadar tam olarak anlayamadığım bir şey var. MS’liler memleketlerine gittiklerinde daha iyi olduklarını söylüyorlar. Örneğin İstanbul asfaltında baston kullanan biri, yaylaların eğri büğrü yamacında desteksiz yürüyebildiğini söylüyor. Buna benzer öyküleri dinlediğimde ben de sizin gibi nedeninin psikolojik olduğunu düşünüyordum. Daha materyalist olduğum zaman diliminde üretebildiğim tek açıklama ise “temiz hava” ile sınırlıydı. Temiz havanın nasıl olup da iyileştirdiği hakkında ise pek fikrim yoktu. “Bol oksijen” teranesinin kafamdaki karşılığı boz bulanık bilgi kırıntılarından ibaretti. Sonra bir gün MS’li bir Fransız hanımla tanıştım. Bir Türk’e aşık olmuş, yurdunu bırakıp İstanbul’a göç etmişti. 16 yıldır burada yaşıyordu. Söylediğine göre buraya yerleştikten sonra MS hastalığı bir kere bile depreşmemişti. Hastalığının derin bir uykuya daldığını beynin resmini veren incelemeler de kanıtlıyordu. MS’in asla uyumayacağını, bu kadar zaman süresince az ya da çok ama mutlaka hareketleneceğini biliyorsanız bu söylemi inandırıcı bulmayacaksınız. Ben de kuşkucunun tekiyimdir. Mademki bu kadar uzun süredir hastalığın ilerlemesine ait bir iz yok öyleyse belki de MS’in bizzat kendisi yoktur diye düşündüm. Eskiden yapılan incelemelerini yeniden inceledim. Bu hanım kesinlikle MS’ti. Fransa’nın bir kentinde yaşadığı zamanlarda her yıl ortalama iki MS atağı geçirmekteydi. Göç ettiği bu şehirde ise hiç atak geçirmemişti. Hastalığı ataksız hale geçmiş ama sinsice ilerlemiş de olabilirdi ama öyle de değildi; durmuştu.

Bu durumu siz isterseniz kendisinin yaptığı gibi aşkın yani duyguların gücü diyerek psikolojik zeminli açıklamaya çalışın, isterseniz ilahi gücün ne zaman ne edeceğinin bilinmezliğine atfedin, isterseniz de benim gibi yapıp İstanbul’dan gitmekle İstanbul’a gelmek arasındaki ortak paydayı bulmaya çalışın: “Mekân değiştirme”nin olası etkenlerinden birine “manyetik alan” konusuna çıpa atın.

MS’lilerin görme, konuşma, yürüme, denge, bellek gibi birçok işlevinde aksama olabilir. Bunun asıl nedeni, beynin iletişim elemanı olan sinirlerin “elektriksel akım” görevlerinin bozulmasıdır. Buraya kadarı çok iyi bilinen bilimsel gerçeklerdir. Benim yeni öğrendiğimse, aslında basit bir akıl yürütme ile bile keşfedilebilecek olan bir şeydir: Beynin olağan işleyişini sağlayan bu elektriksel iç akım, bizzat dış ortamın elektriğinden yani manyetik alanlardan etkilenebilir. Bunun olduğunu yani mekan değişiminin (elektriksel alan değişiminin) MS hastalarının her türlü işlevselliklerini iyiye ya da kötüye değiştirebileceğini öğrenmemi sağlayansa C. Canbay. Onun bu konudaki bilimsel bilgileri derleyerek yazdığı ve “Progress in electromagnetics research” adlı dergide yayınlanan bir yazısı. Ayrıntıları merak eden bu teknik ve bilimsel yazıyı okuyabilir. Ben bir nebze değineyim isterim:

Dielektroforez: Bir sıvı içinde asılı bulunan parçaçıkların, güçlü bir elektriksel alana doğru çekilmeleri ya da itilmeleri durumudur. Dielektroforez sayesinde farklı özellikteki parçacıklar hareket ettirilebilir, taşınabilir, ayrıştırılabilir, kısacası yönetilebilirler. Kutuplaşmış nötr parçacıklar ise elektriksel alan içinde hareket etmezler.

Beynin elektriksel iletimini sağlayan sinirlerin yapı elemanı olan proteinlerinin üzerleri çoğunlukla yağ molekülleri ile kaplanarak nötral hale getirilmiş durumdadır. Bu sayede sinirlerimiz yakın çevredeki ve çok daha uzaktaki ortamların elektriksel alan etkilerinden büyük oranda arındırılmışlardır. Proteinler ile yağların bu olağan bileşimi bozulursa, bu nötral etki de azalır hatta kaybolur, dielektroforez yani parçaçık çekimi kuralları hakim olur. MS hastalığında bu bileşim bozulur, hastalığın seyri süresince şiddeti artmak üzere, beyindeki sinirlerinin yağdan oluşan kılıfları yer yer bozulur. Sonrası yoruma açık...

MS hastalığının daha sık görüldüğü ülkelerin daha az güneş gören yerler olduğu bilinir. Çocukluk ve gençlikte güneş ışınlarına daha az ulaşılmasının D vitamini üzerinden hücrenin enerji fabrikaları olan mitokondrilerin işleyişini etkileyerek MS olma olasılığını arttırdığı bildirilmiştir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) 2008 yılında, dünyanın daha çok bulutlarla kaplı (yani elektriksel yükü daha fazla) bölgelerinin haritası ile MS sıklığının çok olduğu bölgelerinin örtüştüğünü rapor etmiştir. Yoruma açık mı?

Ben çok merak eder oldum, MS’liler göçse hiç değilse bazılarının derdi diner mi? En azından kendilerini daha iyi hissettikleri yerlerde yaşayabilseler daha iyi olmaz mı?

MS olsak da olmasak da, bazen, bazı ortamlarda, bazı evlerde, hatta evin bazı odasında ya da bazı köşesinde kendimizi daha iyi ya da daha kötü hissettiğimizi biliriz. Ayrıca bazı zamanlarda, bugün hava basık mı ne, sanki bütün enerjim tükendi vb diye yakınmışlığımız çoktur. Bazılarının ben ne zaman buraya gelsem pilim bitiyor, burayı hiç sevmiyorum demesine tanıklığımız da vardır.

Aslında elektriksel alandan (manyetizma) hem psikolojik hem de fiziksel açıdan çok yoğun biçimde etkilendiğimizi zaten biliyor olmamıza rağmen, farkındalığımızın bu kadar az olması ne kadar garip değil mi? Bilginin bilince dönüşememesi ne kadar yazık değil mi? Bu kadar maddi olan bir konunun, “aora”ydı “pozitif enerji”ydi falan diyerekten metafizik kılınmasını ve fırsatçıların sömürü malzemesine dönüşmesini anlamak mümkün mü?

Şimdi size soruyorum. Seçme şansınız olsaydı, cebinizde şöyle her yerde çeken, her şeyi gösteren, en havalısından bir cep telefonunuzun olmasını mı yoksa MS hastalığından bağışık olmayı mı seçerdiniz?

Bu soruyu bir de bir MS’liye sormak ister misiniz?

Sahi, seçme şansın(m)ız sahiden de yok mu?

Sahiden merak ediyorum, acaba biz de göçsek, hiç değilse bazı dertlerimiz diner mi?

Gel de şimdi ünlü avcı ve yazar Raif Ertem’in diline pelesenk ettiği sözü anımsama:
"Göç edecek yer kalmadı"

12 Ağustos 2012

GERİ