GERİ

        Örtmenim efendim, gezmeyenleri kınıyorum,
      yoksa ben ötekileyenlerden mi oluyorum?

kendini inci bildinse,
özünü de bilsene
kabuğundan çık, ölmezsin
deden istiridye değilse

Bazı bazı tam oradan geçerken, tam Taksim meydanına bakan otelin bilmem kaçıncı katında, bir dizi insan görüyorum. Sıralanaraktan kocaman camlarının ardına, koşuyor veya yürüyorlar, güya. Ben çok gülüyorum onlara.

Yürüyeceksen, in aşağıda yürü kardeşim. Bir yürü yollarında şu şehrin. Kokularını kat ciğerine. Renklerini tıkıştır gözlerine. Işığında boğul bu şehrin be kardeşim. Tıkma kendini fanusun içine kaaaardeşim.

Taksim'desin güzel kardeşim. Fark etsene bir yol durumu. Dünyanın merkezi burası (inanmadınsa arşınla). Bir yanın Beyoğlu mesela. Şalvarlısından karaçarşaflısına, hızmalısından dövmelisine, açanından saçanına, bakanından yalananına, göstereninden veremeyenine, satanından alamayanına. Bey oğlunun cümbüşüne dalsana mesela.

Yoksa sen de tinerci korkusuna takıntılananlardan mısın?

Sırf Gümüşsuyu ve Beyoğlu da değil ki bu canına yandığımın Taksim’i. Bir yanın Maçka Şişli Nişantaş mı desem, beri yanın Elmadağ mı Haliç mi desem, öte yanın Cihangir mi Kabataş mı desem? Saymakla da yazmakla da bitmez canım kardeşim.

Yürümek istiyorsan in aşağıya, meydanı arşınla kardeşim. Kesmedi mi?

Sallan şöyle Gümüşsuyu’ndan aşağıya, güzelim parkın merdivenlerinden yaprakların hışırtısı eşliğinde iniver deniz kenarına. Dolmabahçe’de dünyanın en güzel manzarası ile doldur göz bebeklerini.

Yetmedi mi?

Dön sola, dünyanın en güzel bulvarlarından biri olan caddede asırlık ağaçların düzenli gölgesinde seyirt bir dem. Dolmabahçe sarayının görkemli kapısında nöbet duran Mehmet’lere bir selam çakaraktan uzan Beşiktaş’a. Yetmedi mi?

Bin Beşiktaş’tan Üsküdar motoruna, boğazın sularını ve kıyılarını seyreyle doya doya.

Yetti mi? Yetmezse daha Salacak kıyıları var, boylu boyunca bütün boğaz köylerinin kıyıları var.

Bu istikameti beğenmedinse, Dolmabahçe’den sol yerine sap sağa, Fındıklı, Karaköy kıyıları var. Sonrasında Eminönü’ne uzanan köprüden boğaz ve halicin beraber seyrinin doyulmaz keyfi var. Beğenmedin mi bu yöneltiyi? O zaman Sarayburnu’ndan Sultanahmet’e vur da karşı yakanın seyrine dur. Üsküdar- Kadıköy-Adalar silüetiyle bütün Marmarayı bir bakışınla yut.

Deniz istemiyorsan, (o da nasıl bir şeyse artık) Sirkeci’den yukarı Babıali yokuşunu doğrult. Eski devrin köhne ama muhteşem binaları ile yüreğinin soğuyan köşelerini doldur. Eriştin işte Sultanahmet meydanına, dolan dur.....

Say say bitmez. Daha yürünecek ne güzel kıyılar, izlenecek ne güzel doğrultular, keşfedilecek ne saklı köşeler var şu İstanbul’da.

Bak ve gör: Yaşam aşağıda akıp gidiyor. Sen seyreyliyemiyorsun bile. Cam ardı yürüme taklidinde, törpülemektesin kafayı taktığın göbeğinle birlik ömrünü de. Bir de üstüne para verdin o fanusa girecem diye. Kızma canım kardeşim, gülerim işte ben de senin gibisine.

Köpeğini her gün bir saat yürüyüşe çıkaranlara da gülüyor ben, haberleri ola. Soruyorum, kendini yürüyüşe çıkarıyor musun, diye? Çıkarmıyorlar zira. Yeni devrin modası böyle; yapmışız dört duvar, tıkmışız bedenimizi içine. Sonra bir köşeciğine koymuşuz bir camlı teneke kutu, çöreklenmişiz karşısına. Uyuşmuşuz. Uyuşmuş hem bedenimiz hem yüreğimiz. Havlamasa köpeğimiz, çıkacağımız yok kozamızdan. Hayvanı, ihtiyacı giderilsin diye çıkıyoruz günde bir kere dışarıya. Arada bir de otomobillerimizi gezdirip kendimizi gezdirdik sanıyoruz. Ah o beton dört duvardan çıkar çıkmaz içine sığındığımız tenekeden dört duvarımız.

Peki bizim ihtiyacımız yok mu açığa, niye ömür boyu mahkumiyet bu kapalıya.

İster sıvası dökülsün bakımsızlıktan, ister altın varaklı tablolar kaplasın dört bir yanını gösterişten, etrafımızı çevreliyorsa duvarlar, mapusuz işte içinde.

Biz daha mı az doğa yaratığız köpeğimizden, soruyorum size.Yanıtlamadan önce bir de ipucu vereyim: doğanın değişkenliğine uyum sağlayabilecek aklımız ve giysilerimiz de var hem de.

İşte bence böyle: İster adına kondu diyelim ister rezidensiya, ister adına halk otobüsü diyelim ister hamır, ister içinde geniş yayılalım, ister tıkışalım, konfor katsayısı çok fark etse de içine tıkıldığımız şeyin, özü hiiiiç ama hiç fark etmez. Hepsi hem biraz zorunlu, hem biraz gönüllü; birer hapishane.

Taksim meydanında dikilip, burnumu yukarı dikip, gülmekteysem halinize, nedeni bu takım kanılarımdır. Ben, göre geze ezerken hayatı, siz, hayatın dışında kalmayı, steril yaşamayı seçmişseniz, yani gezememeyi seçmişseniz, eee, gülersem gülerim ben de size.

Gezememe haline gerçekten mahkum edilmiş olanlarsa, bilin ki gülmüyorlar bile size. Bir bilseydiniz onların sizin hakkınızda akıllarından neler geçirdiklerini, size baktıklarında yüreklerinin neler gördüğünü, işte o zaman değişirdi belki bakışınız kendinize.

Umut işte benimki de…

Nisan 2006

GERİ