GERİ

Heybeli’de Gene Mehtap Var

 

 

Çöple beslenir bizimki
Ürkütücü çığlıklarla böler gecelerimizi
Rengine süzülüşüne hayran uzaktan bakan
Martının özgürlük olduğu yalan

 

 

Her gece mehtaba çıkardık diyenlere inat, Heybeli’nin Halki Palas otelinde, mehtap indi göz bebeklerime. Neden bu denli yoğun duygular uyandırır ve neden sevgilimizdir ay? Oysa güneş daha parlak, daha ışıklıdır ondan. Hem yaratandır, hem de yaşatan. Ama önemi arttıkça azalır cazibesi. Ay dediğinse hep güneşin bir adım gerisi. Keyfiyse bir ileri, bir ileri.Hele bir de mehtapsa! Besbelli ki, karanlığın varlığı parlak kılar ışığı.

İşte o nedenle büyülenmiş gibi bakıyorum geceye.

Gece kesif, deniz göl taklidinde, karşı kıyıların coşkulu yıldızları göz kırpıyor bizim yakadakilere.

Program basıldı, kursiyerlerimin hepsi tamam, yarın gün boyu ders anlatacağım ben onlara. Oysa ne anlatacağım dersler hazır, ne de niyetim var rüya âlemine geçmeye. Zaten rüya âleminde gibiysem, nedenlerin en büyüğü penceremin bana gösterdikleri, ya da benim görüşüme sığabilenler. Çerçevenin dışında kalanlara ulaşamayışıma öyle hayıflanıyorum ki dışarı çıkmaya karar veriyorum.

Bomboş sokaklarda yürüyorum şimdi. Daha Mart çıkmadı ya, inceden ısırıyor hava. Bu hava tam yürüyüş kıvamında. Tam gidilesi zamanlar olduğunu duyumsuyorum derinlerimde. Birkaç köpek takılıyor ardıma.

Çok yanaşamıyorlarsa da ardım sıra seğirtmekten caymıyorlar da. Gecenin bir yarısında, doğanın sunduklarına insanın da kattıkları ile muhteşemleşen bu ada, sadece bana ait sanki.

Her zamanki gibi bir kez daha yeniden keşfettiğim basit gerçeği, paylaşmalıyım sizinle:

İçinizin boğuntusu düğümlemişse yaşantınızı, hiç düşünmeyin, hemen düşün yola, gecenin karanlığında bile olsa.

Sabah hep gelecektir nasılsa. Önemli olan karanlıkta olmak değildir, karanlığı nasıl aştığındır, bildiğiniz üzere.

Yürümek gerekmez, yürümek bir zorunluluktur, aydınlık günlere.


25 Mart 2007

GEZGİNE NOT:Eskiden sahilde küçük ve bakımsız bir otel olan Hakli Palas, iskeleye 10-15 dakika yürüme mesafesinde eski ve görkemli bir köşkte şimdi. Manzarasından dem vurdumsa da mobilyaları eskimiş, kumaşları eprimiş, boyaları dökülmeye başlamış demediydim. Hizmet güler yüzlü olunca, bunların hiçbirini fark bile etmiyor insan, o yüzden demesem de olur zaten. Ancak Meritt adını da kattı önüne diye mi nedir, fiyatlardan söz etmeden geçmemek gerekir. Eğer hafta sonu şöyle iki kişi gidelim, rahat rahat da yiyip içelim derseniz, çıkışta toplam olarak bir asgari ücret kadarını bırakacaksınız.
Adaya gidince neler yapacaksınız, onu da benim dememi beklemekteyseniz, fena halde yanılmaktasınız. İsterseniz uzun uzun yürüyüşler yaparsınız. İster at arabasına biner, ister bisiklet kiralayarak turlar atarsınız. İsterseniz sahildeki kahvelerde taze çayla demlenir, isterseniz de salaş meyhanelerde mezelere ve kadehlere dalarsınız.
Sevdiğiniz de yanınızdaysa, adanın herhangi bir noktasında kaybolabilir, dünyada siz ve ondan başka hiç kimse yaşamıyor sanabilirsiniz.
Ada’ya gitmişseniz, garanti olan tek şey, dönüşte aklınızın orada kalacağıdır. Vapurda martılarla sohbet ederken, tekrar ne zaman geri gelebileceğinizi hesaplıyor olacaksınız.

GERİ