GERİ

Şekerli ülkeden

Amerika’da her şey büyük. Çamaşır makinaları da kocaman. Gene de yorgan yıkamaya yetecek kadar büyük değil. O nedenle yorganlarımızı yıkamak için mahalle çamaşırhanesine gitmiştik Ceren’in önerisi ile. Florida da iklim yüzünden neredeyse her şey açık havada yapılıyor. Bu çamaşırhanenin de bir tek arka duvarı var, bir de damı, üç yanı açık. İsteyen çamaşırını kapıp geliyor bu açık mekana. Onlarca makine büyüğü küçüğü bir arada ortalıkta, sepetinden askısına gereken her şey de var. İnsana medeniyet böyle bir şeymiş dedirtiyor. Hatta arka duvarda bir de tuvalet var. Çoğunlukla evsizler kullanıyor bu bozuk parayla gece gündüz çalışan makinaları, bir de evinde makine olmayan yoksullar.

Bizim yıkama/ kurutma işimiz epeyce zaman aldı. Evsizler için en elzem malzemedir diye yorganlarımızın başından ayrılamadık da. Dolayısıyla epeyce bir insanı görme/gözleme şansım oldu o çamaşırhanede beklerken. Ben birbirinden ilginç insanlardan oluşan bu yelpaze ile şaşkın ve mest iken, kulakları yırtan bir araba yanaştı çamaşırhanenin yanına. Gürültülü müziği durunca da susmak bilmeyen, camları fora (ki sıcak yüzünden adet değildir cam açmak buralarda) bu arabadan epeyce sonra bir adam azmanı indi. İndi demek de doğru değil, kapıdan dışarı ağır çekim yuvarlandı. O denli gürültücü ve denli şişmandı ki istemeden bütün ilgim ona yöneldi. O da çamaşır yıkamaya gelmişti. Kirli sepetini arabanın üstüne bırakıp bagajını açtı. Koca bir şişe hani bizdeki an büyük boy olanından bir kola şişesi çıkardı bagajındaki soğutucudan ve ağzına dayadı. Kana kana içti. Yetmedi. Şişeyi ağzında tutarak sepetini aldı ve makinalara doğru salyangoz hızıyla ilerlerken de çamaşırlarını makinaya doldururken de makinanın başında beklerken de şişesini ağzından hiç bırakmadı. Bir bebeğin biberonu gibi şişe ağzında bir yandan sıvıyı emiyor, bir yandan da işini görmeye çalışıyordu. İşte o zaman düştü bende jeton.

Bu sahnenin seyircisi oluşum iki sene önce. O zaman, bir senedir Amerika’da yaşıyordum. Kimi görsem elinde bir şişe oluşunu havanın hep sıcak oluşuna bağlıyordum ilk yılın şaşkınlığıyla. Ancak şişelerin su şişesi değil de meşrubat şişesi oluşundan da huylanmadım değil. Bebek arabasındaki miniciklerin bile biberonunda bu boyalı suları görmeye kızmaktan bezmiştim bir senede. Ancak yorgan macerası sırasında gördüğüm azman sayesinde eşiği atladım; sorunun asıl nedenini kavradım. Amerikalıların bu kadar büyük gövdeli olmalarının nedeni çok yemeleri elbette ama ondan da çok, çok içmeleriydi. Ağzından emziğini düşürmeyen bebekler gibi devamlı olarak meşrubat tüketiyorlar. Burada meşrubata soda diyorlar. Biz soda deyince tuzlu bir sıvı anlarız. Burada kola ve diğer her türlü renkli sıvı ise şekerli. Burada devamlı biçimde soda yani şeker içiliyor.

Amerika’nın en büyük belası kola. Atlanta Coca Cola’nın başşehri. Buraya da yakın bu şehir. Ancak Florida’nın fatihi Pepsi Cola. Hangisinin 1 hangisinin 2 olduğunun hiç önemi yok aslında. Her iki firma da çok ama çok satıyor. ÇOOOOK satıyor. Çünkü her ikisi de çeşit çeşit kola satmakla kalmıyor yüzlerce çeşit soda satıyorlar. Evet onlarca değil yüzlerce ürünleri var. Bütün bu ürünleri satmak için de inanılmaz reklam güçleri ve de kulis yapma becerileri . Bu sayede sokakta gördüğüm herkesin elinde bir meşrubat şişesi var. Kulislerinin gücüne inanamazsınız. Örneğin doktorlar, evet bizzat doktorlar da gönüllü reklamcıları. Onlar, sıvı elektrolit eksiği var diye yaşlılara "bu" marka, içinde beslenme desteği var diye hastalara "şu" marka, vitamin takviyesi var diye bebelere "o" marka meşrubatları tavsiye ediyor. Böylece herkes gönül rahatlığıyla sodasını yudumluyor.

Burada sadece içeceklere değil her şeye şeker katıyorlar. Aklınıza gelen gelmeyen her şeye. Ete, balığa, tavuğa sebzelere hatta ekmeğe şeker katıyorlar. Burada her şey tatlı. Tuzlu yiyecekler de tatlı. Şeker lezzetli. Şeker herkesçe hep istenen bir şey. İster yiyerek ister içerek sürekli şeker alınıyor. Yedikçe yiyesin içtikçe içesin geliyor. Çünkü şeker bağımlılık yapıyor. Şeker demek obezite demek. Obezite yani şişkoluk demek şekerle zehirlenmek demek. Yiyip yiyip şişmek, şişip şişip sonunda patlamak demek. Şeker ölüme davetiye demek.

Sonuçta bize ne onlardan, pis Amerikalılar yesin içsin, şişşin pişsin patlasın, onu da mı biz düşüneceğiz mi dediniz. Çok yanıldınız. O işler öyle olmuyor çünkü. Evet onlara öyle oluyor da işin ucu biz dahil herkese dokunuyor. Bu dolap nasıl dönüyormuş, Jacques Peretti adlı bir gazetecinin röportajlar bütünü halindeki “Dünyayı değiştiren Gizli Anlaşmalar” kitabından öğrendiklerimden kısacık özetliyeyim:

“1960-70’lerde sigara endüstrisi sigaranın kanser yaptığı gerçeğini yalanlamak için milyar dolarlar harcadı. Ancak sonunda havlu atmak zorunda kaldılar. Attıkları havlu ABD için. Çünkü bu arada ABD’nin dünyanın bütünü içinde o kadar da büyük bir pazar olmadığını keşfedip diğer coğrafyalarda yepyeni müşteriler yaratmayı becerdiler. Benzer senaryo yineleniyor. Şekerli ürünler sayesinde karlarına kar katan gıda devleri de 1980’lerden itibaren baş edilemez hale gelen obezite salgını yüzünden ABD'de dara düştüler. Kalp krizi yüzünden arşa oluşan ölümlerle taçlanan obezite belasının faturasını çok pahalı kulisler yaparak yağa çıkardılar. Yağ meselesi işi biraz geciktirse de sonunda şekerin foyası iyice ortaya çıktı. Kanada, Skandinavya falan filan ürünlere katılan şekeri zapt-ı rapt altına almayı becerdi. Engel olmak için neler yaptılarsa da Amerika’da da şekerin kokusu artık ayyuka çıktı. O nedenle aynı senaryo kullanıma sokuldu: ABD pazarı zorlaşınca, gelsin yeni pazarlar. Dünya Amerika’dan çok büyük. İşte o kocaman dünya, kocaman devlerin ayakları altında minicik. Canım evladım bu sana çok yararlı, demeye başlayınca içirmeyecekleri meşrubat, yedirmeyecekleri yiyecek yok.

Biz akıllıyız bu numaraları yutmayız diyorsanız, Çamlıca gazozundan ev yapımı tadında limonatalara nasıl geldiğimizi vee bu geliş sırasında yani son 20-30 sene zarfında toplum olarak ortalama kaç kilo genişlediğimizi hatırlayıverin. Boşuna dememişler Amerika hapşırınca biz nezle oluruz diye. Sigara hikayesine bakın da anlayın. ABD sigarayı yasaklayınca bizde tüketim nasıl arttı. Sonunda biz de yasakladık, böylece içenlerin sayısını ve de içtikleri miktarı daha da artırdık. Şimdi sıra şeker hikayesinde. Emzik kolalı insan azmanlarına şaşkınlığınızı bu sefer de ben sizden dinlerim artık, yakında, çoook yakında.

Hadi bakalım, ağzınızın tadı eksilmesin efenim.


8 Mart 2019

Yazının Facebook Sayfasındaki bağlantısı.

GERİ